ask
MERHABA

HAKKINDA

DALGALAR

RUZGARIN  SESI

DALGALARIN  PRENSI

SEVDA  RUZGARI

GUNESLE  SEVISMEK

DAMLALARDA  ASK

Guest Book Page

YASAM

DANS

ASK

NASILOLMALI  HAYAT

SIIRLER

HIKAYELER 1


SEN UYURKEN
Sevgili çocuğum, seni uyurken seyretmek, nefes alışını duymak için
sessizce odana girdim. Gözlerin kapalı,huzur içindesin. Sarı buklelerin melek
yüzünü çerçeveliyor. Bir kaç dakika önce çalışma odamda çalışırken birdenbire
içimin sıkıldığını fark ettim. Dikkatimi işime veremedim ve bu yüzden sessizce
seninle konuşmak üzere odana geldim. Bu sabah, yavaş giyindiğin için sabırsızlanıp,
Sana söylendim. Yemek fişini kaybettiğin için seni azarladım ve kahvaltı ederken
gömleğine süt döktüğün için sana sert sert baktım.
"Yine mi?" dedim, içimi çekerek ve başımı kızgınlıkla iki yana salladım.
Sense bana bakıp, tatlı tatlı gülümsedim ve bana "Hoşçakal, anneciğim!" dedin.
Öğleden sonra, sen odanda oynayıp,yatağına dizdiğin oyuncaklarına
bağıra çağıra şarkı söylerken, ben telefon konuşmalarımı yapıyordum.
Sana sessiz olmanı işaret ettim, sonra yine bir saat kadar telefonda
konuştum. Daha sonra bir asker gibi sana emir verdim,
"Oyalanıp durma, çabuk ödevini yap!" Bana "Peki, anneciğim." dedin
ve hemen çalışmaya koyuldun. Sonra da odandan hiçbir ses gelmedi.
Akşam ben masamın başında çalışırken, korkarak yanıma geldin
ve bana umutla, "Anneciğim, bu gece kitap okuyacak mıyız?" diye
sordun. Sana kesin bir dille, "Bu gece olmaz." dedim, "Odan hâlâ karmakarışık!
Sana kaç kez anımsatacağım odanı toplamanı!" Başın önünde, odana gittin.
Çok geçmeden geri geldin ve kapının yanından bana bakınca, "Şimdi ne istiyorsun?"
diye sordum aksi bir ses tonuyla. Hiçbir şey söylemedin. Yanıma geldin, boynuma
sarıldın ve beni öpüp, "İyi geceler, anneciğim. Seni seviyorum!" dedin. Sonra da aceleyle
odana gittin. Daha sonra, duyduğum vicdan azabı nedeniyle, boş boş masama bakarak
uzun bir süre oturdum. Acaba neden böyle davrandım, diye düşündüm. Beni kızdıracak
hiçbir şey yapmamıştın. Sadece büyümeye ve öğrenmeye çalışan bir çocuk gibi davranmıştın.
Bugün yetişkinlerin sorumluluklarla dolu dünyasında kendimi kaybettim ve sana harcayacak
enerjim kalmadı. Bugün sen benim öğretmenim oldun, beni öpmeyi, bana iyi geceler dilemeyi
unutmadın ve üstelik ruh halimin iyi olmadığını fark edip, parmaklarının ucunda gezindin.
Şimdi seni uyurken seyrediyorum ve bugünü yeni baştan yaşamak istiyorum. Yarın, ben de sana,
bugün senin bana gösterdiğin anlayışı göstereceğim, böylelikle belki gerçek bir anne olabilirim -
uyandığında sana sıcacık gülümseyip, okuldan geldiğinde sana moral vereceğim ve yatmadan
sana kitap okuyacağım. Sen gülünce gülüp, sen ağlayınca ağlayacağım.
Kendime daha büyümediğini, bir çocuk olduğunu ve senin annen olmaktan mutluluk duyduğumu
anımsatacağım. Bugün senin anlayışlı davranışın bana çok dokundu ve bu yüzden gecenin bu
saatinde sana teşekkür etmeye geldim, çocuğum, öğretmenim ve arkadaşım olduğun ve bana
gösterdiğin sevgi için.



HAYATI YAŞA,
Bazen insanlar düşünürler. Hayatın anlamı ne diye. Bunu zaman
zaman ben de düşünüyorum. Hayatın anlamı nedir diye? En azından seni
tanıyıncaya kadar düşünüyordum. Gerçeklerin acı olduğunu ve bu yüzden
biberin gerçek olduğunu anlatan bir espriyi anımsadım. Halbuki biliyor
musun, bütün biberler tatlıdır. Zira, hayat sanıldığı kadar acımasız ve acı
değil, sadece hayattaki tadı alabilmeli. Kendi istediğin gibi
yaşayamadıkların ile beraber ölüp gittiğinde çevrenin sana bir yardımı
olmayacak. Kendini özgür bırak, ne hissediyorsan onu yap. Çoğu insan gibi
mesela benim gibi, ne yapman gerekiyorsa onu yapma, bırak duygularını
perdelemeyi, bırak ırmaklar gibi coşsun. Bir sevdiğinin elini tutarken
yaşadıklarının yanlış olduğunu düşünüp hayıflanma. Bırak o sevgi senin tüm
benliğini sarsın. Eğer onun gerçekten aradığın olduğuna inanıyorsan, ona
sımsıkı sarıl, onu yaşa, onu bırakma. Günün birinde belki anlarsın ne kadar
sevdiğini, ne kadar sevebileceğini. Ama iş işten geçmiş, sevgilin, seni
seven gitmiş, yitmiş olabilir. İşte o zaman üzülme vaktidir. Yerli yersiz
ağlama vaktidir. İşte o zaman çevrene dönüp, şimdi ne yapacağım diye sorma
vaktidir. Alacağın cevabı sana söyleyeyim güzelim; "BİLMİYORUM" diyecekler,
senin dediğin gibi. Ben biliyorum oysa, oysa sen de biliyordun. Hep bildin
zaten. Ama öyle olmadın. Ama artık sen de biliyorsun, biliyorsun ki, en
azından bir kez gerçekten sevildin ve yine biliyorsun ki, bu sevgi
bitmeyecek. En azından ben bitene kadar. Yaşa. Doğru bildiğin insanı bul ve
onunla yaşa, ama bu dostunu sakın unutma. Bil ki unutulmayı hiç sevmem. Ve
bil ki kurallarım vardır, herkes buna uymak zorundadır.
- Dostlarım benden önce ölemezler, Dostlarım benden çok üzülemezler,
Dostlarım benden çok sevemezler ve dostlarımı kimse benden çok sevemez.
Artık benim dostumsun. Yaşa bu hayatı sevdiğim, limon gibi sömürerek, tüm
eksilişine rağmen tadını alarak yaşa.

TEŞEKKÜRLER dünyam :))



Aşk'a ve Terk'e Dair
Öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki, ne sevebilir, ne terkedebilirsiniz. Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında... En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişmelerinizin nedeni, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur. Gözyaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, çoşunca öptüğünüz bir bayrak. Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz; "Ölmek var, dönmek yok" tur. Gün gelir anlarsınız; içten içe birşeylerin kanadığını... Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya... Şurasından, burasından eleştirmeye koyulursunuz: "Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz yada eskisi gibi olsa..." Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız. Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık, yanlışını görür düzeltmek istersiniz. "Eskiden böyle miydi ya..." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin kapısı; açıldıkça, bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından... Böyle süremeyeceğini bilirsiniz, değişsin istersiniz. O, sevgisizliğinize yorar bunu. İhanete sayar... Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür. "Ya böyle sev yada terket" diye gürler !

Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ısıtan o rüya, bir kabusa dönüşür birden... Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size... Hoyrattır, bakmaz yüzünüze... Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar, mahkum eder. Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden. "İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için..." dersiniz, dinletemezsiniz. Ayrılırsanız yaşayamayacağınızı bilirsiniz, ama böyle de sevemezsiniz. İhanetten kırılmıştır kaleminiz; severek terk edersiniz... "Madem öyle..."nin çağı başlar ondan sonra... Madem ki siz böylesine tutkunken o hep başkalarını seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde "günah sizden gitmiştir". Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz. Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece... Daha özgür olacağınız limanlara demirlersiniz bir süre... Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni... Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur. Deli kanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini... Gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye... Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla... "Bana ne, kendi seçimi" diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre. Ama sonra... Ansızın kulağınıza çalınan bir şarkı yada kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden... Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz; türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh şarap içmeyi... Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye... Dönüp "Seni hala seviyorum" diye bağırmak geçer içinizden... Dönemezsiniz ! Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız. Anlarsınız ki, çaresiz bir aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz... Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak sonunda" kuşkusu... Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz. SÜRÜNÜR gidersiniz.

NİYE ALO DERİZ
Telefonda hemen hemen hergün kimbilir kaç kez kullandığımız "Alo" sözcüğü, gerçekte bir sevgilinin kısaltılmış adıdır. Sevgilinin tam adı Allessandra Lolita Oswaldo'dur. Bu sevimli genç kız, telefonu icat eden, A.Graham Bell'in sevgilisiydi. Graham Bell telefonu icat edince ilk hattı sevgilisinin evine çekmişti. Atölyesinde telefon çalınca arayanın Allessandra Lolita Oswaldo'dan başkası olamayacağını bildiğinden Graham Bell, telefonu açar açmaz "Allessandra Lolita Oswaldo" diyordu. Bell, zamanla sevgilisine, adını kısaltarak hitap etmeye başladı ve telefonu her açışında onu "Ale Lolos" diye karşıladı. Çalışmaları uzadıkça Graham Bell, sevgilisinin adını daha da kısalttı ve öne iki heceli bir ad buldu. Bu kısa ad "Alo" idi. Allessandra Lolita Oswaldo, geliştirip, tüm kente yaymaya çalıştığı telefondan başka birşey düşünmeyen sevgilisinin bitmek tükenmek bilmeyen deneylerinden rahatsız olmaya başlayınca Graham Bell'i telefonuyla başbaşa bırakıp onu terketti.Yaşlı Bell, sevgilisinin birgün onu arayacağı umuduyla telefonun başından ayrılmadı. Kentte çekilen telefon hatlarının sayısı da giderek artmaya başlamıştı. Graham Bell'i artık başka kişiler de arıyordu. Fakat o, telefonun her çalışında kendisini sevgilisinin aradığını sanarak telefonunu "Alo" diyerek açıyor ve artık herkes "Alo" diyordu. O günlerde hemen herkes telefonu açtıklarında Alexander Graham Bell'in anısına saygı olarak "Alo" demeye başladı. Bugün tümümüzün kullandığı "Alo" sözcüğü işte o günlerden günümüze uzanmaktadır.

ASKER SAVAŞIR SİVİLLER ÖLÜR
Asker savaşır siviller ölür
Savaşların ilk kurbanlarının siviller olduğu ve I. Dünya Savaşı sırasında yüzde 5 dolayında bulunan siviller arasındaki kayıpların, II. Dünya Savaşı sonunda yüzde 48’e, günümüz savaşlarında ise yüzde 95’e kadar yükseldiği bildirildi.
Bu konudaki açıklamalar, sivillerin korunması konusunda bir toplantı yapan Güvenlik Konseyi’ne bilgi veren BM’nin insani işlerden sorumlu genel sekreter yardımcısı Kenzo Oshima tarafından yapıldı.
Oshima, İsrail’in sivil yerleşim bölgelerinde ağır silahlar kullandığına, Filistinlilerin kahvelere bomba yerleştirdiğine, Sudan’da yiyecek almak için sıra bekleyen halkın üzerine ateş açıldığına, Angola’da ise insanların 30 yıldır savaştan kurtulmaya çalıştıklarına dikkati çekti.
Oshima tarafından yapılan açıklamada, Amerika’nın Afganistan saldırısında ölen sivillere ve Irak’a uygulanan ambargo nedeniyle hayatlarını kaybedenlere değinilmemesi ise dikkat çekici.
Oshima, “çoğu kadın ve çocuk olan milyonlarca masum sivilin ızdırabına son vermek için zamanında karar almak ve harekete geçmek önemlidir’’ diye konuştu.
Güvenlik Konseyi, dönem başkanlığını yürüten Norveç tarafından konuyla ilgili hazırlanan bir belgeyi de kabul etti. Belgede, sivillerin korunması konusunda Konsey tarafından daha önce kabul edilmiş karar tasarılarıyla göz önüne alınması gerekli yeni hususlar bulunuyor. Norveç’in hazırladığı öneri paketinde, soykırımı, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçların hiçbir zaman affedilmemesi ilkesi de yer alıyor.
Bu arada, Güvenlik Konseyi üyelerine bazı BM barış gücü görevlileriyle sivil polislerin, başta cinsel suçlar olmak üzere çeşitli olaylara karışmaları konusunda da bilgi verildi.
Kenzo Oshima, “bu gibi olaylara karışmış BM görevlileri hakkında en ufak bir müsamaha dahi gösterilmeyeceğini’’ konuşması sırasında ifade etti. Bu olayların sonuncusu Afrika’da bazı BM insani yardım görevlilerinin, gıda maddesi karşılığında küçük çocuklara cinsel tacizde bulundukları bildirilmişti
ÇAGIMIZIN PARADOKSU
Bizler; Daha büyük binalara fakat daha kısa kulelere, daha geniş karayollarına fakat daha dar bakış açılarına sahibiz, çok harcıyor fakat az şeye sahip oluyoruz,çok alıyoruz fakat daha az eğleniyoruz.

Bizler; Daha büyük evlere fakat daha küçük ailelere, daha çok fırsata fakat daha az zamana, daha çok dereceye fakat daha az sağduyuya, daha çok bilgiye fakat daha az görüşe, daha çok deneyime fakat daha çok probleme, daha çok ilaca fakat daha kötü sağlığa sahibiz.

Bizler; Yasama yıllar ekledik fakat yıllara hayat veremedik.

Biz; Çok kayıtsız harcıyor, çok az gülüyor, çok hızlı araba kullanıyor, çok kısa sürede çok sinirleniyor, çok geçe kadar kalıp çok yorgun kalkıyor, nadiren okuyup çok televizyon seyrediyoruz.

Biz; Mülkiyetlerimizin sayısını katladık fakat değerlerimizi kaybettik.

Biz; Çok fazla konuştuk, kırk yılda bir sevdik ve çok sık yalan söyledik.

Biz; Hayati değil, nasıl yaşanacağını öğrendik.

Biz; Aya kadar gittik, geldik fakat yeni komşuyla tanışmak için caddeyi, koridoru geçmekte güçlük çektik.

Biz; İç dünyayı değil ama dış uzayı fethettik, biz çok şey yaptık fakat daha iyi değil, havayı temizledik ama ruhlarımızı kirlettik,atomu parçaladık fakat önyargılarımızı yok edemedik.

Biz; Daha çok yazıp daha az öğrendik, daha çok planlayıp daha az başarıya ulaştık.

Biz; Beklemeyi değil ama acele etmeyi öğrendik.

Biz; Daha çok gelire fakat daha düşük ahlaka, daha çok yiyeceğe fakat daha az doyuma, daha çok tanıdığa ama daha az dosta sahibiz, daha çok eforla daha az basarimiz var.

Biz; Daha çok bilgi depolamak, şimdiye kadarkilerden daha çok kopya üretmek için daha çok bilgisayar yaptık fakat daha az iletişimimiz var.

Biz; Sayı olarak çok fakat kalite olarak aziz.

Bugünler; Fast food ve yavaş sindirim, uzun erkek ve kısa karakter, haddinden fazla kar ve yüzeysel ilişkilerin günleri.

Bugünler; Dünya barışı ve yerel mücadeleler, daha çok dinlence fakat daha az eğlence,daha çeşitli yiyecek fakat daha az besin değeri olan günler.

Bugünler; Çift maaş ama çok boşanma, daha süslü fakat bölünmüş evlerin olduğu günler.

Bugünler; Hızlı gezintilerin, kullanıldıktan sonra atılan çocuk bezlerinin, bir gecelik aşkların, aşırı kilolu vücutların ve gülmekten, sessiz kalmaya ve öldürmeye kadar her şeye yarayan hapların günleri.


Tuhaf...
Kimsenin bilmediği bir yer düşlüyorum bütün bu yabancılıkların ortasında .. gülüşler sahteymiş gibi geliyor nedense, nefes almak nafile... içime çektikçe adileşiyor hava dediğimiz şeytan ..uykularım kaçıyor kaç gecedir .. en çok sıkılmaktan sıkılıyormuş insan öğrendim ..

Anlamsızlık sarınca her yanı, insan kendini sahnedeyken seyreden bir izleyici çaresizliğinde buluyor. Yaptığı her şey şuan elinde tuttuğu, eline niye aldığını bile anlamsız bulduğu kalemle yazı yazması, öylece kağıdı karalaması gibi boş !


Neden yaşıyoruz ?


Aslında bu evler yok, bu ağaçlar, bastığımız toprak .. içimize derin derin çektiğimizi sandığımız hava, hava değil .. Amaç diye bir şey kalmamış .. ne yapsak boş .. kurduğumuz cümleler hep eskilerden bahsedip özlemle noktalanıyor ..Kaçımız farkında otomatikleşen , nefes nefese hayatımızdan ve de sözde duygu yoğunluklarına yenik düşen göz yaşlarımızın, aslında bedenimizin isyanı olduğundan ????


Bir paravan olarak kullanıyoruz takındığımız tavırları ve her sabah daha uyandığımızda giydiğimiz kostümleri ve taktığımız maskelerimizi... Sanki attığımız her adımda o an sadece görebildiğimiz kadarını arşınlıyoruz, doğup büyüdüğümüz ve bir gün üzerinde öleceğimiz yeri, yani sahnemizi ..Tabii buna yaşamak denirse evet, hepimiz yaşıyoruz bilmeden ..bize sorulmadan ..


Şuan içimden;

Dışarıda deli gibi yağan yağmurun altında caddenin ortasında öylece yatmak geçiyor .. Düşen damlaların mükemmelliğiyle büyülenmek ,hayrete düşmek geçiyor ..burnumdaki tertemiz, taptaze toprak kokusunu tüm hücrelerimde hissetmek geçiyor ..orada öylece uyumak !!! Ama en önemlisi gözümü kapatmak ve açtığımda hiçbir önem taşımayan bu anlamsızlıktan, yapmacıklıklarla sinsice örülmüş sahneden -- oraya bir daha çıkmamak üzere -- inmek geçiyor .Çünkü artık görebiliyorum boşluğu .. ve o boşluğun, benim olduğunu sandığım doluluğunun aslında bana sahip olduğunu....

BOŞLUK...

Boşluk ;arayışın nedenidir. hem de en vazgeçilemeyen nedeni ... Nefesle girer
acıyla çıkmaz ,yerleşir derinlerine ..


Boşluk ;ardında serüven olduğunu bildiğin kapının anahtarıdır .. diğerlerinin arasından doğrusunu hemencecik bulursan hayat tekdüzeleşir...
Yaşanmaya değer olduğunu düşünüp sonradan pişman olmaktır BOŞLUK dediğin bağımlılık .. Ne yapacağını bilmediğini çok iyi bilmektir...


Kaybolup giden günlerin ardından bakıyorum da yitirilen gülüşlere; yaşanmasına bile izin vermediklerimize ..Nerede ve ne zaman yaşanması gereken şeyleri öyle güzel ayarlamışız ki kendimizce ... yazık...
İnanmıyorum Sevgili Sana...
İnanmıyorum sevgili sana asla. Çünkü sen de bu hayat gibisin... Özletiyorsun, tahrik ediyorsun, öfkelendiriyorsun, aşağılıyorsun, bekletiyorsun, umutlandırıyorsun... Ama yoksun ! Gerçek değilsin. Düşünüyorum hızla. Tek istediğim elimi tutmandı ! Elimi sana uzatırken sonuna dek güvenebilmekti son isteğim. İnsan başka ne ister ki ? Seven insan başka ne umar?

Boşluğa düşerken inançla sarılabilmek ister son insana. Yoldaş sevgiliye...
Herşeyi yaşadım biliyor musun ? Herşeyi.. Ama bir tek bu sarılışı yaşamadım. Düşerken son anda olanına. Sen hep sınadın beni, hep gücümü ölçtün. Sana ne verip ne veremeyeceğimi hesapladın. Oysa ben sana olduğum gibi gelmiştim. Neysem O...

Dağınık, hesapsız, doyumsuz, heyecanlı ve yaralı. Çok yaralı...
VE EN ÇOK KENDİNE TEHLİKELİ!

Oynamaktan sıkılırım ben. Hem yeteneğim yoktur oynamaya.. Mesela sevmediğim, hoşlanmadığım bir insana selam bile veremem. Kaçarım. Çıkarlarımın canı cehenneme! Ben susuzluk telaşıyla sık sık kendimi deniz kenarlarına atarım. Orada derin derin nefesler alırım sen bunu gördün. Benim sık sık daralıp kendimi deniz kenarlarına, ağaç diplerine attığımı gördün! Ben bunu sana gösterdim. Bil istedim. Benim o kapalı kapıların ardındaki büyük ve kirli hesaplarla işim yok. Hiç olmadı da. Bil istedim.

Ben gökyüzünü seviyorum... Ben mutlak olani ariyorum. Son anda elimi tutan biriyle öyle havada asılı kalmak istiyorum. O anda büyülenip kalmak istiyorum. İşte bu sevgili, mesele bu... Ben senin gibi sonsuza dek yaşamak istemiyorum. Az buçuk yaşadım, böbürlenmiyorum ne haddime... Gördüm! Öyle algı özürlü falan da değilim. Sadece bana göre değil bu hayat ama geldik bir kere işte.. Gördük yaşadık, iyi hoş ama ben böyle birşey istemiyorum... Benim için yaşam başka yerde falan da değil. Yok başka bir yer.. Nereye gitsek aynı insanlar, aynı hava.. Hiçbir yerde hiçbirşey yok. Heryerde sürüp gidecek bu susuzluğum biliyorum. Mücadele kaçkını falan değilim. Aksine mücadele için ortaya atılan ben ve benim gibilerden başka kim var ki ortada.. İşte ortadayım ve seyirciler yukardan bağırıyor "ha gayret biraz daha dayan" diyorlar... Ama ben sık sık kiminle mücadele edeceğimi bilemiyorum. Bana karşı olduğunu düşündüğüm insanlarla mı yoksa benimle aynı safta olduğunu söyleyen insanlarla mı? Hangisiyle?.. Hangisiyle mücadele etmek daha anlamlıdır..

Söylesene mücadele etmeye değecek insanlar var mi bu dünyada? Ben masallara çabuk inanırım sevgili.. Dedim ya "çok uzun yaşamak istemiyorum" diye .. Bu yüzden ben aşklara da çabucak inanırım, aslında inanmak isterim. Bu aldanış içimdeki sıkıntıyı, kasveti dağıtır. Bilirim yoktur ama yine de inanırım. En acısı da budur aslında. İnanmadığım halde o inanmadığım o şey için herkesten daha çok uğraşır, yıpranır, hayatimi seve seve ortaya koyarım. Nasılsa hiçbir iddiam yoktur. Böyle kurmuşumdur hayatımı. Aslında hayat budur benim için. İnanmak isteyip de inanmadığım şeyler için herşeyimi ortaya koymamdır.. Beni bensiz bırakanlara hayatımı vermemdir. Gülerken ağlamam budur..

Birikti herşey içimde.. Birikti.. Çok birikti..
Daha iyi oldu belki. Elini uzatmadın ya sen sevgili.. O çok güvendiğim elini.. Daha iyi oldu.. Deliliğime sarıldım ben de sımsıkı.. Ömrümün kısalığına sarıldım. Oysa sen hayatsın. O bir zamanlar çok güvendiğim hayat.. Ama yine de eski bir alışkanlık bendeki.. Düşerken boşluğa el uzatma alışkanlığı.. Belki tutarsın diye.. Hiç yaşamadım ki... Ama yine de bir gelenekti bu bizim gibiler için. Hiçbirşeye inanmazken inanmış görünüp, kendini arenanın ortasına atmak.. Ölmek istemek.. Aldanmak istemek.. Ama yine de anlamıyorum.. Herkes benden niye korkuyor? Kısa ömürlü olduğum için mi? İşte kaybettim, işte ilan ettim kısa ömürlü olduğumu.. Bu dünya ile ilgili bir derdimin kalmadığını.. İsteyenin olsun.. Çünkü belki son anda elini uzatırsın demiştim. Meğer yanılmışım. Meğer sen de uzun yaşayacakmışsın. Tıpkı düşmanlarım gibi.. Tıpkı yanımda sandığım ama düşmanlarımla olanlar gibi. Yanılmamışım. Hem ne farkeder bundan sonra.. Sen ve senin gibiler şimdi itin beni arenaya.. Dövüştürün beni.. Dövüştürün yarattığınız hayaletlerle.. Siz yukardan düşmanlarımla dostlarım sandıklarım, beni seyredip alay edin halimle.. Alay edin inanmış aldanmış halimle.. Alay edin deliliğime, sımsıkı sarılmışlığımla.. Ne farkeder.. Ama son kez
Şu sözler dökülecek ağzımdan... Herkesin bir bildiği varmış bu hayatta benim ise bilmediğim... Hepsi bu... hepsi.. İnanmıyorum sevgili sana.. Hiç inanmıyorum.. Sen de bu hayat gibisin.. Ve bu yüzden sevinçle düşüyorum sunduğun boşluğa... Sevinçle....

HAPŞUUUUUU
Hapşıranlara ÇOK YAŞA deme alışkanlığı, Hıristiyan inanışında hapşırmayla insanların vücutlarındaki şeytanı dışarı attıkları inancından geliyordu.

bu söz "God bless you" (Tanrı seni korusun) cümlesine dayanıyor.

Orta Çağ Avrupası'nı sarsan büyük veba salgınında söylenmesi Papa tarafından zorunlu hale getirilmiştir.

SEVGİ ÜZERİNE
Bazı duygular vardır anlatılamaz , anlaşılır sadece.
Sevenin sevdiğini bilmesi kadar ; Sevilende anlar sevildiğini.
Sevgi her zaman belirli kelimelerle söylenmez.
Çoğu defa bir bakış yeter de artar bile...
Yeryüzünde hiçbir kuvvet insanoğlunu sevme hakkından
alıkoyamaz. Sevmek çoğu zaman var olmaktır .
Sonunda bizi yok olmaya götürse bile . Ben şimdi varım
ve seni sevmek hakkımı kullanıyorum . Sen bile buna karşı
koyamazsın . Sana gelinceye kadar sonu gelmez bir
arayıştı sevgilerim . Bir zaman başkalarında aradım seni ,
başka yüzlerde , başka ellerde aradım . Aldandım ,
fakat birgün seni bulmak ümidini kaybetmedim . Nasıl
olsa gelecektin birgün . Ve işte geldinde ! Bana tatmadığım
Hüzünleri tattırmağa , bilmediğim kederleri öğretmeye
geldin . Acıdan yana ne kalmışsa yaşamadığım
hepsini bir bir sen yaşatacaksın bana . Birgün yaşamanın
gereksizliğini de senden öğreneceğim . Bu selin akışını
hiçbirşey durduramaz artık . Ummadığım ve ummadığın
bir anda çıktın karşıma coşkun ırmaklar gibi ,
amanız seller gibi geldin , mutlaka yıkarak ve benden
birçok şeyleri beraberinde sürükleyerek gideceksin.
İşte o zaman yoklukların en dayanılmazı ile karşı
karşıya kalacağım . Ergeç gideceksin ; beni anlayamadan
beni sevemeden gideceksin .
Yalnız bir içkırıklığı kalacak senden , tesellisiz bir hüzün
kalacak . Yıllardır aradığım sendin , ama sen gittikten
sonra başkasını aramayacağım . Gelmeyecek bile olsan
ömrümün sonuna kadar arardım seni .Ama geldin bir
kere; ister bilerek gelmiş ol , ister bilmeden ... Geldin
ya ! Şimdi herşey güzel seninle .
Yürümenin konuşmanın , nefes almanın bir başka
anlamı var artık. Sen varsın ya her şey bambaşka
gözlerimde...

Korkularımız
Acaba kendimizi en cok savundugumuz zaman mi aliyoruz
en buyuk Yaralarimizi, en buyuk budalaliklarimizi en akillica
davrandigimizda mi yapiyoruz acaba.

Rahati ve guvenceyi en cok istedigimizde mi
kaybediyoruz en buyuk mutluluklarimizi.

En cok korktugumuzda mi acaba korktugumuz basimiza
geliyor?

Kendimizi bu kadar savunmasak, bu kadar akilli
olmasak, rahatin pesinde bu kadar kosmasak ve bu kadar
cok korkmasak, yaralarimiz, pismanliklarimiz ve
acilarimiz daha mi az olurdu acaba?

"Tanriyi ve insanlari deneme," diyen Nietzsche' ye
aldanmayip herseyi ve herkesi bu kadar cok deneyden gecirdigimiz
icin mi Tanriyi ve insanlari kaybediyoruz?

Insanlari bu kadar cok denedigimiz, kendimizi kalkanlarimizin
arkasina boylesine iyi gizledigimiz, hic bir aciya ve sikintiya razi
olamadigimiz icin mi en cok istediklerimiz en uzagimiza dusuyor,mutluluk
elegecmez bir masal kusuna donuyor?

Schiller'in o muhtesem "Eldiven" siirinde anlattigi hikayeyi
belki daha iyi okumaliydik, oradaki ªovalyenin adim seslerini belki daha cok
duymaliydik.
Hep erken olecegini dusunen, hayati bu dusunce nedeniyle telasla
gecen ve dusundugu gibi erken olen Schiller'in soylediklerine biraz daha
dikkat etmeliydik, kendi olumunu bilen bircok seyi bilebilir cunku.

Arenada, butun sovalyelerin asik oldugu ve evlenmek istedigi
harikulade guzel prenses kral babasiyla birlikte oturuyor, cevreleri genc ve
yakisikli sovalyelerle dolu, hepsi bir kucuk tebessum icin bekliyorlar.
Borazanlar caliniyor ve aslanlar cikiyorlar arenaya, kocaman yeleleri,gergin
belleri, iri penceleriyle kukreyerek dolasiyorlar. Prenses zarif ellerini
saklayan uzun eldivenlerden birini cikartip aslanlarin arasina atiyor.

-Kim eldivenimi alip bana getirirse onunla evlenecegim.

Muthis bir sessizlik oluyor, bir anda herkes susuyor.
Bir sovalye digerlerinden ayriliyor, tas merdivenlerden agir agir
inmeye basliyor, parlak cizmelerinin cikardigi adim sesleri tek tek
duyuluyor. Arenaya giriyor, aslanlar hareketsiz ve saskin, bu cesur
sovalyeye bakiyorlar, o hicbirine aldirmadan eldiveni aliyor, gene
adim sesleriyle tas merdivenleri cinlatarak cikiyor. Eldiveni prensesin
kucagina biraktiktan sonra, kendisine hayranlikla donen prensese bir
kez bile bakmadan yuruyup gidiyor.

Nietzsche "Tanriyi ve insanlari deneme," diyor.

Schiller eldiven siirini yaziyor.

Biz herkesi her zaman deniyoruz, emin olmak, guvenmek istiyoruz,
sevgisini ve bagliligini her an kanitlasin, hayatini ve her seyini tehlikeye
atsin ve bunu binlerce kez yapsin istiyoruz.

Kendimizle ve korkularimizla oylesine doluyuz ki, hicbir duyguyu,
hicbir insani, hicbir nesneyi oldugu gibi butun gercekligiyle goremiyoruz,
hersey kendimizle ve korkularimizla olusturdugumuz prizmalardan kirilarak
ulasiyor bize, her seyi oldugundan baska bir bicimde ve oldugundan baska bir
yerde goruyoruz, belkide bu yuzden aradigimiz seyleri aramamiz gereken
yerlerden baska yerlerde ariyoruz.

Mutlulukla aramiza, korkularimizi ve kendimizi sokuyoruz.......

Ahmet ALTAN

KAYBOLAN ADA
Kuşları bilirsiniz.Doğdukları yerden hiç bilmedikleri yerlere göç ederler.
İşte hikayemizde buradan kaynaklanıyor.Araştırmacılar koca okyanus üzerinde bir kuş sürüsü görürler.Kuşlar garip bir şekilde belli bir noktanın üzerinde devamlı dönmekte,aşağıya doğru alçalıp sonra tekrar yükselmektedirler.
Tabii bu uçuşa yaşlı kuşlar dayanamaz ve suya düşerek okyanusun sularında kaybolurlar.Bu durum araştırmacıların dikkatini çeker,araştırmaya başlarlar.Uzun yıllar süren araştırmalar sonucu kuşların devamlı olarak dönüp öldükleri yerde çok eski den bir ada olduğunu,göçmen kuşların ise bu adada durup dinlendiklerini tesbit ederler.Fakat doğa olayları neticesin de ada kaybolur.Kuşlar ise adayı aramakta,fakat adayı bulamayıp umutsuz ca hiç bilmedikleri görmedikleri sadece iç güdüsel olarak bildikleri bu ada uğruna ölmektedirler.

İşte dostlar bizlere çoookkk eskilerden kalan insanlık duygularımızı tamamen kaybetmeden,bu duyguları aramak zorun da kalmadan gelin hep beraber insanlık adasına sahip çıkalım ve onun yok olmasına izin vermeyelim
HİPOTEZ
Bir kadin güçlü oldugu zaman (veya kadin gibi davranmadigi zaman)
etrafindaki erkeklerin kendilerini yeterince erkek hissetmemelerine
sebep olur. Bunu ortaokul yillarimda matematikten 10 aldigimda
siniftaki erkeklerin bana içten içe hayiflandiklarini farkettigimde iyice
anladim sanirim. Sonraki yillar kanit toplamakla geçti diyebilirim. Yani ben
tarihten cografyadan 10 alsam kimse bozulmuyordu da, matematikten ve
fizikten alinca niye bozuluyorlardi. Anladim ki soyut zeka diye
anlatilan sey erkeklere yakistirilan birseydi. Fazlasi ancak
erkeklerde olurdu. Ayni kapsam içine alinabilecek seyleri zamanla ögrendim.
Örnegin, tamir yapabilmek,iyi araba kullanmak, makinalardan ve
karmasik elektronik seylerden anlamak, özellikle sorunsuzca dar yerlere park
edebilmek, espri yapabilmek, kaybolmadan-kimseye sormadan yol
bulabilmek, iyi raki içebilmek, çok içtigi halde geç sarhos olmak
hatta olmamak, soguk havalarda üsümemek gibi. Bunlari yapabilen bir
kizin ne kadar çok erkek arkadasi oldugunu, ama ne kadar az
sevgilisi oldugunu hiç düsündünüz mü? Bütün bunlar tanri tarafindan, erkekler
kadinlara yardim edebilsinler diye kadinlara az verilmis ya da
verilmis olsa bile, akilli kadinlar tarafindan kullanilmayarak körelmesi
basariyla saglanmis bir takim özellikler... Bakiniz kadinliga
sonradan geçis yapanlara. En bartili kadinlik rolünü onlar oynar. Hangi kadin,
Bülent Ersoy gibi elindeki yelpazeyi öyle zarifce sallayabilir ve
korunmaya sevgiye ihtiyaci varmis gibi görünür o cüssesiyle. Birazcik
gözlemle bulunabiliyor kadinligin temel taslari.

Bir erkege, kadin için ne kadar çok sey yapmasina izin verirseniz
aslinda onu o kadar mutlu etmis oluyorsunuz. "Ben olmasam bu
kadincagiz nasil yasardi" diye düsünmek anlamsiz bir keyif vermekte erkeklere..
Hele çok genç kadinlarla birlikte olup onlara hayatin gerçeklerini
ögreten, koruyup gözeten "lolitacilari" daha iyi anliyorum artik.
Olay sadece"daha taze et" durumu degil. Daha az "kendi kendine yetme" ve
daha az "farkindalik" a duyulan istek bu? "Sevgilim ben yapamiyorum, sen
benim için yapar misin? demeyen bir kadini bir erkek ne yapsin?
Kendisine hiç ihtiyaci olmayan bir kadin, bir erkege nasil kendini
"çok erkek!" hissettirebilir? Erkeklerin ruhunda varolan, koruyup gözetme,
yardimci olma, üstün olma gibi konularda, onlara bunu gösterecegi
zemini hazirlamak lazim elbette. Kavanoz kapaklarini açamayip, onlarin
fiziksel gücünü abartabiliriz mesela. Açinca da hayran kalip "Ben yarim
saattir ugrasiyordum bak ellerim kipkirmizi oldu, ama yine de açamadim"
demekde ise yarar sanirim. Yarismalardaki sorulari ondan önce bilmekde epey
büyük ahmaklik olur. Birakalim onlar bilsin, basarinin tadini
çikarmak yerine gurur duymanin tadini çikaralim. Arabayi yanastiramayip;
"Birtanem sen park edermisin?" demeliyiz ve arabaya söyle bir bakip,
Ben ölsem böyle park edemezdim! diye de eklenebilir. Bir erkekten
size birsey ögretmesini istediniz mi hiç. Nasil da hoslarina gider. Küçük
saskin ögrencisi olmanizi aslinda nasil da istiyorlar. Ceketini
verebilmesi için üsümek de iyi olur bence. Kimbilir kaç ergen bunun
hayalini kurmustur. Ayrica belirtmeye gerek yok, kucagina alip bizi
havalarda kus gibi uçurabilmesi için hafif olmak lazim. Arada bir
harçlik istemek nasil olur dersiniz. Söyle en sevimli sestonuyla
(Kendi maasimiz olsa ve ihtiyacimiz olmasa bile)? Param bitti seker,
bana birazcik verirmisin? diyerek içindeki babalik costurulabilir.
Gururla parayi verdiginde de ödül:sirin sirin bakmak ve sarilip
öpmek tabii. Bu ve buna benzer hareketlerle operasyona devam edilebilir.
Bir kac seans sonunda "halis muhlis kadin" olunacagina inaniyorum.
Dogrular bunlar mi bilmiyorum ama, bunlari yapan ve salak sandigim bir çok
kadin ve partneri daha mutlu. Ayrica bunlari nereden ögreniyorlar onu da
bilmiyorum. Anneleri mi ögütlüyor, yillarin tecrübesiyle dogustan mi
bilerek geliyorlar, yaparken bile bile mi yapiyorlar, icgüdüsel mi?
diye daha bir sürü soru var aklimda. Ayrica ben niye bu kadar geç
farkettim diye de hayiflanip duruyorum. Uzun lafin kisasi, bir kadin kadin gibi
düsünmüyorsa kadin olmanin tadini cikaramiyorsa karsisindaki erkekde
erkek olmanin tadina varamiyor. "yok efendim ben kendine yeten güclü
kadinlari seviyorum" diyenleriniz çikacaktir. Bununda altinda
yatan, "bu kadar güclü kadin benle beraber olduguna göre eksik -zayif oldugu
konuda yaninda olmam icin digerlerinin arasindan beni secti"
böbürlenmesidir ve yukarida anlatilanlara karsi tez degildir. Zaten
erkek komplekslerinin ne oldugu bilinirse, kadinlar kendilerini "daha
kadin" yapacak faaliyet planini cikaracaklardir. Baslangic
duzeyindeki arkadaslara tavsiyemiz en klise erkek komplekslerini gorebilecekleri
James Bond filmleridir. Herbiri bu acidan seyretmeye degerdir. Sizce
kadinlik sonradan ogrenilebilir mi? Cok zor görünmüyor degil mi?
Eger
EĞER etrafındakiler panik halindeyse ve bunun sebebini senden bildikleri zaman,
EĞER başını dik tutabilir ve sağ duyunu kaybetmezsen,
EĞER sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir ve onların güvenmemesini aldırmazsanEĞER beklemesini bilir ve beklemekten yorulmazsan,EĞER hakkında yalan söylenirde ve sen yalanla iş görmezsen,
EĞER senden nefret edilirde ve sen kendini nefrete kaptırmazsan
EĞER hayal edebilipte ,hayallerinin esiri olmazsan,
EĞER doğru düşünüpte düşüncelerini amaç edinebilirsen,
EĞER zafer ve yenilgiyle karşılaşır ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen,
EĞER ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından ahmaklara tuzak olarak değiştirilmesine katlanabirsen ,
EĞER ömrünü verdiğin değerlerin bir gün başına yıkıldığını görürsen ,
EĞER yıkılan şeyleri yeniden yapabilirsen,
EĞER hepsini bir yazı tura oyununda tehlikeye atabilirsen ,
EĞER kaybedipte yeniden başlıyabilirsen,
EĞER vücudun yaşlandıktan sonra bile işine yaramaya zorluyabilirsen ,
EĞER krallarla ve serserilerle gezipte karekterini kaybetmezsen .
EĞER üstlerine saygılı ,astlarına adil davranabilirsen,
EĞER görevini en zor anlarda bile suistimal etmezsen ,
EĞER insanları sevebilrsen,
EĞER yaşamını dolu dolu yaşıyabilirsen,
EĞER imkanların dahilinde çevrendekileri mutlu edebilirsen,
EĞER kalbinde kötülük beslemez ve tüm iradenle kendine dürüst olursan,
EĞER bütün bunlara rağmen kendini ne çok akıllı ne çok iyi görmezsen,
yeryüzü ve üstündekiler senindir.
Ve dahası eğer böyle düşünüyorsan dostum Krallar ve Tanrılar senin esirin olurlar.
KİPLİES*

*Bazı kaynaklar bu metnin Kiplies' yazmadığını ileri sürmektedi

Birer KELEBEĞİZ
Bir gün...bir kozada küçük bir delik açildi...ve bir adam...bedenini bu küçücük delikten çikarmaya çalisan kelebegi saatlerce seyretti...Sonra...kelebek sanki daha fazla ilerlemek istemiyormus gibi durdu...

Sanki...ilerleyebilecegi kadar ilerlemisti ve artik daha fazla ilerleyemiyordu....Ve adam...kelebege yardim etmeye karar verdi...Eline bir makas aldi ve kozayi keserek deligi büyüttü...Kelebek kolayca disari çikti...Fakat bedeni kocaman ve kanatlari kuru ve burusuktu...

Adam...kelebegi izlemeye devam etti...çünkü zamanla kanatlarinin büyüyüp bedenini tasiyabilecek kadar genisleyebilecegini umut ediyordu...Fakat bu olmadi!..Gerçekte...kelebek ömrünün geri kalanini o kocaman bedeni...kuru...burusuk kanatlari ile etrafta sürünerek geçirdi...Uçmayi hiç basaramadi...

Adamin bu aceleci iyiligi içinde anlayamadigi...bu kisitlayici kozanin ve kelebegin o küçücük delikten disari çikmak için verdigi mücadelenin...kelebek için gerekli olduguydu...çünkü bu...Tanri'nin...yasam sivisinin kelebegin bedeninden kanatlarina dogru akmasini saglamak için buldugu yoldu...böylece kelebek kozadan kurtuldugu anda uçmaya hazir olabilecekti...

Güç istedim... Ve Tanri...beni güçlü yapmak için karsima zorluklar çikardi...

Bilgelik istedim... Ve Tanri bana çözmek için sorunlar verdi...

Zenginlik istedim... Ve Tanri çalismak için bana beyin ve güçlü kaslar verdi...

Cesaret istedim... Ve Tanri üstesinden gelmem için bana tehlike verdi...

Sevgi istedim... Ve Tanri yardim etmem için bana sorunlu insanlar verdi...

Iyilik istedim... Ve Tanri bana firsatlar verdi...

Istedigim hiçbir seyi elde etmedim...Ihtiyacim olan herseyi elde ettim...





sevgıyle kalın